Lozan kumpası söylemi okyanus ötesi çizgide
ABD’nin Ankara Büyükelçisinin Osmanlı’nın “millet sistemi”ne övgüyle yaklaşması ve Suriye için “federasyona yakın” model önerisi, Lozan’ı “kumpas” olarak niteleyen çevrelerin argümanlarıyla dikkat çekici bir paralellik taşıyor. Graham Fuller’in “Yeni Türk Cumhuriyeti” tezi de bu dış referanslı söylemin entelektüel arka planını yansıtıyor.

Lozan’a “kumpas” diyenlerin vizyon eksikliği
Türkiye’de Lozan Antlaşması’nı “kumpas” olarak niteleyen çevreler, bu iddiayı taşıyacak bütüncül bir devlet doktrinini ve uluslararası hukuk vizyonunu ortaya koyamıyor. Bu söylemler çoğu zaman ulusal çıkar merkezli bağımsız bir perspektiften değil, dış güçlerin bakış açılarıyla uyumlu bir çizgide ilerliyor. Lozan yerine neyin konulabileceğine dair somut ve uygulanabilir bir alternatif önerilememesi, bu yaklaşımın entelektüel zayıflığını ortaya koyuyor.
Büyükelçinin “millet sistemi” ve “federasyona yakın” söylemleri
Son aylarda ABD’nin Ankara Büyükelçisinin yaptığı açıklamalar bu tartışmaya ayrı bir boyut kattı. Büyükelçi, Osmanlı İmparatorluğu’nda yüzyıllar boyunca farklı toplulukların din esaslı “millet sistemi” çerçevesinde bir arada yaşadığını ve bunun tarihsel bir tecrübe olarak değer taşıdığını vurguladı. Bu ifade, modern ulus-devlet modelinin kurucu belgesi olan Lozan’ın çizdiği çerçeveye dolaylı bir alternatif sunuyor.
Aynı dönemde Suriye için “federasyon değil ama ona yakın” bir modelden söz eden Büyükelçi, herkesin kendi kültürünü, bütünlüğünü ve dilini koruyabileceği bir yönetişim tarzını savundu. Bu vurgu, merkeziyetçi devlet anlayışını esneten ve parçalı yapıları meşrulaştıran bir yaklaşımı işaret ediyor.
Graham Fuller ve “Yeni Türk Cumhuriyeti”
Lozan’ı hedef alan güncel söylemlerle, Graham E. Fuller’in yıllar önce dile getirdiği tezler arasındaki benzerlik dikkat çekiyor. Fuller, “The New Turkish Republic: Turkey as a Pivotal State in the Muslim World” adlı kitabında, Türkiye’nin Batı’ya tam eklemlenmiş çizgiden uzaklaşıp Osmanlı sonrası hinterlandı ile daha yoğun ilişkiler kuran, İslam dünyasında “merkez ülke” rolüne yönelen bir çizgiye evrilebileceğini ileri sürmüştü.
Bu çerçevede Türkiye’nin farklı toplumsal ve kültürel kimliklerle daha esnek ilişkiler geliştirmesi gerektiğini savunan Fuller, adeta “millet sistemi”nin modern bir versiyonuna teorik dayanak üretmişti. Bugün Lozan’ı “kumpas” olarak gören çevrelerin söylemlerinin bu düşünceyle örtüşmesi tesadüf değil.
Söylem örtüşmesi ve ulusal vizyon ihtiyacı
Lozan karşıtı söylemler, ABD’nin Ankara’daki diplomatik misyonunun açıklamaları ve Fuller’in tezleriyle paralellik gösteriyor. Ancak bu paralellik, bağımsız bir ulusal vizyon üretme kapasitesinden çok, dış referansların etkisiyle şekillenen bir bakış açısına işaret ediyor.
Türkiye’nin kurucu belgesi olan Lozan Antlaşması, uluslararası hukukta ülkenin egemenlik ve bağımsızlık statüsünü tescil eden temel belgedir. Onu “kumpas” olarak niteleyen ve yerine neyin konulacağını söyleyemeyen söylemler, bilimsel ve stratejik zeminden uzak bir ideolojik polemik niteliği taşımaktadır.
ABD’nin son dönemdeki diplomatik söylemleri ve Fuller’in “Yeni Türk Cumhuriyeti” tezi, Lozan’ı hedef alan çevrelerin iddialarının bağımsız değil, dış referanslı olduğunu bir kez daha gösteriyor. Lozan, Türkiye Cumhuriyeti’nin uluslararası hukukta en güçlü dayanak noktası olmaya devam ederken; “kumpas” söylemi, okyanus ötesinden Ankara’ya taşınan bir perspektifin yansımasından öteye gitmiyor.