Köklerin Gölgesinde Bir Tartışma

Son günlerde kamuoyuna yansıyan bir ifade, kimlik ve aidiyet meselesini yeniden gündemimize taşıdı. Basit bir kelime tercihinden ibaret gibi görünen bu tartışmanın, aslında geçmişimizle, hafızamızla ve geleceğimizle yakından ilgili olduğu açıktır.
Bir tarihçinin ekranlardan yaptığı kısa ama net cümle, farklı çevrelerde farklı yankılar buldu. Kimi bunu bir dışlayıcılık olarak yorumladı, kimi ise tam tersine bir hatırlatma, bir uyarı olarak değerlendirdi. Fakat kesin olan bir şey var: Tarihçilerin kelimeleri, sıradan bir söylemin ötesindedir. Onlar, hafızanın koridorlarından süzülerek gelir ve toplumun belleğinde derin izler bırakır.
Burada mesele, bir kelimenin sözlük anlamını tartışmak değildir. Asıl mesele, kimliğin gölgesinde beliren bulanıklığı gidermektir. Tarih, aidiyet kavramını boşlukta değil, süreklilik içinde tanımlar. Yüzyıllardır kullanılan bir ad, bir kavram, yalnızca coğrafyanın değil, milletin taşıdığı hafızanın adıdır. Onu bulanıklaştırmak, hem geçmişi hem de geleceği belirsizleştirmek demektir.
İşte tam da bu noktada, gündeme düşen uyarının altını çizmek gerekir: “Türkiyeli” diye bir tanım yoktur. Çünkü bu kavram, tarihsel bir karşılığa sahip değildir ve toplumda kabul görmesi de mümkün değildir. Kimliğin gövdesinden koparılan yapay bir dalın yeşermeyeceğini söyleyen tarihçi, aslında bu gerçeği dile getirmiştir. Bu yüzden bu tartışma, yalnızca bir kelime üzerine değil; köklere, aidiyete ve tarihsel sürekliliğe dairdir.
Bu çıkışın ardından, destekler ve eleştiriler birbirini izledi. Kimi çevreler, bu açıklamaları bir engelleme olarak görürken, kimi de toplumun kökleriyle bağını koruyan bir refleks olarak yorumladı. Aslında bu bile, meselenin basit bir kelime seçimi olmadığını, tam aksine kimlik haritasının bizzat yeniden çizilmeye çalışıldığını ortaya koymaktadır.
Akademinin dili her zaman berrak olmak zorundadır. Tarihçiler, bir toplumun köprüleridir; geçmişten geleceğe taşınan bilginin emanetçileridir. Onların sözleri, zamanın tozunu silmek için söylenir. Bu yüzden, toplumun geniş kesimlerinde yankı uyandıran bu sözleri, bir tarihsel uyarı olarak okumak gerekir.
Bugün asıl ihtiyaç duyulan şey, kimlik tartışmalarında bulanıklık değil, açıklıktır. Parçalanmış aidiyetler değil, ortak bir kök bilincidir. Bir tarihçinin cesaretle dile getirdiği bu yaklaşım, aslında geleceğe daha güvenle bakmamız için bir çağrıdır.