Münih’te bir cinayet: Habil Kılıç’ın ölümü ve görmezden gelinen gerçekler

29 Ağustos 2001 sabahı Münih’te işlenen bir cinayet, hem polis soruşturmalarının eksikliklerini hem de Almanya’daki göçmenlere yönelik önyargıları açığa çıkardı. 42 yaşındaki Habil Kılıç, kendi dükkânında vurularak öldürüldü. Ancak olayın arkasında yıllar boyunca gizlenen bir gerçek vardı: Bu cinayet, sonradan ortaya çıkacak olan Neonazi terör örgütü NSU’nun işlediği seri cinayetlerden biriydi.
Cinayetin işlendiği gün
Olay günü saat 10.40’ta Bad-Schachener-Straße 14 numaradaki sebze ve meyve dükkânında silah sesleri duyuldu. Kılıç, kasanın arkasında çalışırken vuruldu. İlk kurşun sol yanağına isabet etti, ikinci kurşun ise yere düşerken ya da hemen sonrasında başına sıkıldı. Cinayet araştırmacılarının ifadesine göre bu, tipik bir “infaz kurşunu” idi.
Kılıç yerde yaralı haldeyken bir kadın olaya tanık oldu ve hemen yakındaki polis karargâhına koştu. Polis ve özel tim (USK) görevlileri dükkâna girdiklerinde Kılıç hâlâ nefes alıyordu. Ancak tüm müdahalelere rağmen kurtarılamadı.
Tanık ifadeleri ve izlerin görmezden gelinmesi
Olaydan hemen sonra komşulardan iki kadın ifade verdi. Biri sabah saatlerinde siyah giyimli, bisikletli iki kişiyi gördüğünü söyledi. Diğeri ise pencereden baktığında iki genç adamın bisikletlerine binip uzaklaştığını anlattı. Ancak bu kritik bilgiler derinlemesine araştırılmadı, dosyaya bile işlenmedi. Polis, bunun yerine Kılıç’ın özel yaşamı, borçları ya da “Türk uyuşturucu mafyası” ihtimali üzerinde durdu.
Habil Kılıç’ın yaşamı
Habil Kılıç, 1988’de Almanya’ya göç etmişti. Önce nakliyat işlerinde, ardından Münih toptancı hâlinde forklift şoförü olarak çalıştı. 2000 yılında eşiyle birlikte polis karakolunun yanındaki sebze-meyve dükkânını devraldı. Cinayet işlendiğinde eşi ve kızı tatildeydi. Olayın ertesi günü eşi apar topar Münih’e döndü ve polise ifade verdi. Aynı gün evleri ve dükkânları arandı, fakat sıradan bir yaşamdan başka hiçbir bulguya rastlanmadı.
Polisi yönlendiren “uyuşturucu” teorisi
Cinayetten bir hafta sonra dükkâna yakın bir yerde içinde 705 gram uyuşturucu bulunan bir torba bulundu. Mahallede uyuşturucu kullanımı yaygındı, ancak polis bu bulguyu cinayetle ilişkilendirme yoluna gitti. Habil Kılıç’ın daha önce toptancı hâlinde çalışması, polis tarafından “uyuşturucu bağlantısı” iddiasına dönüştürüldü. Evinin ve dükkânının tekrar aranmasına rağmen hiçbir iz bulunamadı. Buna karşın cinayet masası şefi Josef Wilfing yıllar sonra mahkemede, “Kimse Türk uyuşturucu mafyası yokmuş gibi davranmasın” sözleriyle önyargılı yaklaşımı açıkça ortaya koydu.
Görmezden gelinen gerçek
Kılıç’ın ölümü, Almanya’daki sekiz Türk, bir Yunan kökenli göçmen ve bir Alman kadın polisin öldürüldüğü NSU cinayetlerinin bir parçasıydı. 2000 ile 2007 yılları arasında Neonazi teröristleri tarafından işlenen bu saldırılar, yıllarca “mafya hesaplaşması” ya da “uyuşturucu bağlantısı” olarak yorumlandı. Ancak gerçekte bu cinayetler, göçmenlere yönelik sistematik bir nefretin ürünüydü.
Habil Kılıç’ın öldürülmesi, yalnızca bir cinayet değil, aynı zamanda devlet kurumlarının önyargılarla göçmenleri zan altında bırakmasının trajik bir örneğidir. NSU cinayetlerinin gerçek yüzü ancak yıllar sonra açığa çıkabildi. Bu durum, Almanya’da yaşayan göçmen toplum için derin bir güvensizlik yarattı.
Bugün geriye dönüp bakıldığında şu çağrı daha da anlam kazanıyor:
“2000 ile 2007 yılları arasında Neonazi suçlular on kişiyi öldürdü. Biz diyoruz ki: Bir daha asla.”